Hattat Nedir? Ne İş Yapar?
Tanım | Önemli İsimler | Önemli Bilgiler |
---|---|---|
Hattat nedir? | - | İslâm yazısını sanat amacıyla yazan ve öğreten kişi. |
Hattatın görevi nedir? | - | Ayet ve hadisleri estetik bir şekilde kaleme almak. |
Hattatlıkta önemli isimler kimlerdir? | Kutbe el-Muharrir, Yakut al-Mus’tasimi, Şeyh Hamdullah, Mustafa Râkım, Ahmed Karahisârî, Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî, Hâfız Osman, Eğrikapılı Mehmed Râsim | Bu isimler hattatlık sanatının önde gelen temsilcileridir. |
Hattatlık ne zaman ortaya çıkmıştır? | - | Verrâkların oluşumu ve hat sanatının doğuşunu hazırlamasıyla VIII. yüzyılda ortaya çıkmıştır. |
Hattatlık sanatının gelişimi nedir? | - | Bilim ve sanatın ilerlemesi sonucu kitaplara duyulan ihtiyacın artmasıyla, hattatlar zamanla daha güzel yazmaya gayret etmiştir. |
Hattatlık Türkiye'de nasıl yayılmıştır? | Şeyh Hamdullah | XV. yüzyılda yaşamış olan Amasyalı Şeyh Hamdullah ile hat sanatında Türk hâkimiyeti ön plana çıkmıştır. |
Güzel yazı yazmanın önemi nedir? | - | İslâm ülkelerinde ve Osmanlı toplumunda, güzel yazı yazmaya son derece dikkat edilmiştir. |
Hattatların topluma ve sanata katkısı nedir? | - | Sanatkâr, güzel yazı yazarak hem para kazanmış hem de İslâm estetiğini halka ulaştırmıştır. |
Hattatlar nasıl yetiştirilmiştir? | - | Bursa, İstanbul, Edirne ve Amasya’da açılan ilim mekteplerinde kıymetli hattatlar yetiştirilmiştir. |
Hattatlıkta eserlerin çoğaltılması nasıl gerçekleşir? | Verrâklar | Kur’an-ı Kerîm ve muhtelif eserleri ücret karşılığı çoğaltan kimseler verrâklardı. |
Sözlükte “İslâm yazısını sanat amacıyla yazan ve öğreten kişi” manasına gelen “hattat” kelimesi Arapça “hatt” mastarından türemiştir. Kelimenin tarihte ilk defa ne zaman kullanıldığı tam olarak bilinmese de evvelden yazı yazan kişiler için kâtip kelimesinin kullanıldığını biliyoruz. Bilhassa Hz. Peygamber zamanında sulh kâtipliği, sır kâtipliği, mektup kâtipliği gibi görevlendirmeler yapılmıştır. Yazılarını sanat gayesi taşımadan kaleme alan kâtiplere zamanla hat sanatıyla uğraşanlar da aynı unvan ile dahil olmuştur. Kâtip kelimesi dışında güzel yazıyla uğraşanlara verilmiş ilk unvan muharrir sıfatıdır. Bu unvana layık görülen ilk isim de Kutbe el-Muharrir’dir. Muharrir kelimesi Türkçede yazar anlamına gelmektedir.
VIII. yüzyılda kâtiplikten farklı olarak verrâk adı verilen bir meslek zümresi ortaya çıkmıştır. Verrâklar, Kur’an-ı Kerîm ve muhtelif eserleri ücret karşılığı çoğaltan kimselerdir. Bilim ve sanatın ilerlemesi sonucu kitaplara duyulan ihtiyacın artmasıyla çoğalan verrâklar, zamanla daha güzel yazmaya gayret etmiş ve hat sanatının doğuşunu hazırlamışlardır. XII. yüzyıla geldiğimizde Osmanlı kaynaklarında verrâk, muharrir ve kâtip kelimeleri dışında hattat kelimesinin kullanımına da rastlarız. İranlıların güzel yazan manasına gelen hoşnüvis kelimesini Osmanlılar hattat olarak kullanmıştır.
Hattat Nedir?
Hattat, eski zamanlardan bugüne kadar ulaşmış geleneksel hat sanatını yürüten kişiye verilen unvandır. Bir çeşit güzel yazı yazma sanatı olan hat; Arap harfleri ile çeşitli yazı teknikleri kullanılarak kaleme alınmış, Türk sanatkârlarının elinde en güzel ürünlerini vermiştir. Bu yazı geçmişten bugüne pek çok aşamadan geçmiş XIII. yüzyılda Abbasiler devrinde Yakut al-Mus’tasimi’nin elinde olgunlaşmıştır. Türk asıllı olan Mus’tasimi ile yazı sanatı yepyeni bir görünüm kazanmıştır. Mus’tasimi’e kadar düz olarak kesilen kamış kalem onun elinde ucunun eğri kesilmesiyle birlikte yeni bir çığır açmış, bu değişimin akabinde yazı çeşitliliği artmıştır. Mus’tasimi yazı çeşitlerinin ana kaynağı olarak kabul edilen Aklâm-ı sitte’nin de yaratıcısı olmuştur. 6 ana çeşit diye çevirisini yapabileceğimiz bu yazı çeşitleri; sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevki’ ve rik’adır.
XV. yüzyılda yaşamış olan Amasyalı Şeyh Hamdullah ile hat sanatında Türk hâkimiyeti ön plana çıkmıştır. Türklerde hattatlık, İslâmiyetin kabulü ile Arap kültür etkisi altına girilmesiyle başlamıştır. Türkler Müslüman olduktan sonra önemli hattatlar yetiştirmiş, İslâm yazısına estetik değer kazandırmıştır. Hattatlar, belirlenen yazı çeşitlerine kendi kabiliyet ve ruhlarını da katarak göze hoş gelen yeni biçimler oluşturmuştur.
Elimizdeki mevcut kaynaklara göre 3000’den fazla hattat biyografisi olduğu tespit edilmiştir. Hattatların hayatına dair bilgiler biyografilerde yer alırken sonraları müstakil kitaplar halinde basılmıştır. Osmanlılardaki en eski kaynak Gelibolulu Âlî’nin kaleme aldığı Menâkıb-ı Hünerverân isimli eserdir. En geniş bilgilerin yer aldığı eser ise Müstakimzâde Süleyman Efendi’nin Tuhfe-i Hattâtîn’idir.
Hattat Ne İş Yapar?
Hattat, ana malzemesi kamış ve kalem olan araç gereçleri kullanarak genellikle kâğıt üzerine, ayet ve hadisleri estetik bir şekilde yazan sanatkârdır. Sanatkâr, güzel yazı yazarak hem para kazanmış hem de İslâm estetiğini halka ulaştırmıştır. Hattatların bu işe başlamalarında ve ilerletme azimlerinde ayet ve hadislerde ifade edilen güzel yazının ve güzel yazı yazanın övgüye layık olduğu bakış açısı hâkim olmuştur.
Güzel Yazı Yazmanın Osmanlıdaki Önemi
İslâm ülkelerinde güzel yazı yazmaya son derece dikkat edilmiştir. Özellikle Kurân-ı Kerim’in toplanması ve çoğaltılmasıyla birlikte yazıya verilen önem de paralel olarak gelişmiştir. Buna bağlı olarak da hattatlık mesleği ön plana çıkmıştır. Başta vahyi korumak maksadıyla yazılan yazılar, çok geçmeden daha güzel yazma gayreti içerisine giren sanatçıların elinde adeta bireysel veya toplumsal zevki gösterme biçimine dönüşmüştür.
Hz. Peygamber Allah kelâmını yazdırırken yazıya özen gösterilmesini tembihlemiş, yalnız güzel yazıyı değil, güzel yazanı da övgüyle anmıştır. Kurân’da kaleme edilen yemine dikkat çeken Hz.Peygamber yaratılan ilk mahlûkatın kalem olduğunu ifade etmiştir. Yazıyı en güzele taşıma arzusuyla başta hattatlar ve diğer meslek grupları yazının olgunlaşmasında önemli rol oynamıştır. Devlet zümresinden tabana kadar herkesin güzel yazma gayreti dikkat çekmiştir.
XV. yüzyılda her alanda geliştiğini gördüğümüz Osmanlı da hüsn-i hatta ağırlık vermiş; Bursa, İstanbul, Edirne ve Amasya’da ilim mektepleri açmış ve buralarda kıymetli hattatlar yetiştirmiştir. Bir zamanlar orta çağın önemli ilim merkezi olan Bağdat’ın yerini İstanbul almaya başlamış, farklı coğrafyalardan sanatçıların da Osmanlı ilim merkezlerini tercih etmeleriyle birlikte hat sanatı büyük bir gelişme kaydetmiştir. Mustafa Râkım, Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisârî, Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî, Hâfız Osman, Eğrikapılı Mehmed Râsim gibi isimler Osmanlının yetiştirmiş olduğu büyük hattatlardan birkaçıdır.
Hattat Maaşları
Hat sanatının başlangıcında Kur’an- Kerim’in yazımı ön planda olduğundan en fazla alışverişin buradan yapıldığı bilinmektedir. Ücretlendirme konusunda Hâfız Osman Efendi gibi isimlerin yazdıkları Kur’an karşılığı devrin parası ile 7000-1000 kuruş civarı aldıkları bir de kendilerine samur kürk bahşedildiği kaynaklarda mevcuttur. Gelibolulu Mustafa Âlî Menâkıb-ı Hünerverân’da 45- 50 harfin bir beyit kabul edildiğini, 1000 harfin de bir kitap bedeli olduğunu, yazının kalitesine göre de hattatların ücret aldıklarını belirtmiştir.
Günümüzde de bu soruya net bir cevap vermek mümkün değildir. Hattat elbette yazdığı ile para kazanır fakat yazdığı harfin sayasına ve kalitesine göre ücret aldığından belli bir standartı yoktur. Kişinin sanatındaki ehliyeti ve nam sahibi olması ücret konusunda belirleyici etkendir. Ortalama bir hattat ile meşhur hattat arasındaki ücret farkı değişkendir. Kabaca belirtmek gerekirse bugün hat sanatında isim yapmış hattatların eserleri 5000-7000 TL civarı satılırken yeni başlayanların eserleri 150-400 TL arası ücretlendirilmektedir.
Hattat Nasıl Olunur?
Geleneksel Türk sanatlardan biri olan hattın eğitimi ve öğretimi ciddi bir disiplin içinde usta - çırak ilişkisiyle yürütülmüştür. Sıbyan mekteplerinde yalnız Kurân’ı Kerim’in okunuşu değil yazılışına da önem verilerek hüsn-i hatt öğretilmiş, çocuklara Kurân’ın hem okunuşunu hem de yazılışını öğreten hocalar “meşk” adı verilen örnek yazılarla çocukların ilk eğitimlerini üstlenmişlerdir. Sıbyan mektebinde öğretilen bu yazının gayesi hattat yetiştirmek olmayıp çocuğun el yazısını güzelleştirmek, çocuğa güzel yazma alışkanlığı kazandırmaktır.
Genelde genç yaşlarda eğitimi başlayan hat sanatı resmî kurumlar, medreseler, özel eğitim yerleri veya konaklarda icra edilmiştir. Haftanın belli günlerinde eğitim veren hattatlar, günlük veya aylık ödemeler almıştır. Bazı büyük hattatların da bu işe yeteneği ve isteği olan bir iki öğrenciyi seçerek özel eğitim verdikleri, herhangi bir ücret almadan öğrenci yetiştirdikleri bunu “sanatın zekatını vermek” olarak gördükleri kaydedilmiştir. Hat eğitimi XX. yüzyılın başlarına kadar bu şekilde devam ederken 1914’te Medresetü’l Hattâtîn isimli bir kurum açılmıştır. Meşrutiyetten sonra faaliyete giren bu medresede hat eğitimi yine geleneksel usullerle verilmiştir.
Eğitimler, “müfredat meşki” ve “mürekkebat meşki” olmak üzere iki aşamadan oluşmuştur. İlk olarak Arap alfabesindeki harfler teker satır halinde yazılmış ardından iki harfin birleştirilmesine geçilmiştir. Müfredat meşkini tamamlayan öğrencinin hat sanatına kabiliyeti olup olmadığı da bu aşamada hocası tarafından anlaşılmıştır. Sanatın ehil sayılabilecek kişilere emanet edilmesi gözetildiğinden öğrenci seçiminde son derece titiz davranan hoca, gerçekten gayretli ve kabiliyetli olan öğrencileri bulmak istemiştir. Bunun için ders öncesi veya ders zamanlarında birtakım engellerle öğrencilerini sınamıştır. Kabiliyetli, azimli ve sebatkâr olan öğrenciyi bulduğundaysa ikinci aşama olan mürekkebat meşkine başlamıştır. Burada cümle şeklinde satırlar yazan öğrenci daha çok ayet ve hadisler meşk etmiştir. Hoca öğrencinin verdiği meşki beğenmezse beğenmediği harflerin altını çizerek öğrenciye oraları yeniden yazdırmıştır. Eğer çalışmanın bütününü beğendiyse alt tarafına “Hocan kadar yazmışsın” anlamında “sa’y” ibaresini koymuştur.
Mürekkebat eğitiminin sonlarına yaklaşan öğrenciye icazet verme zamanı gelmiştir. Bu, öğrencinin yazdıklarının altına artık kendi imzasını koyabileceği anlamına gelmektedir. Bu imzaya da ketebe denilmiştir. Öğrenci icazet alabilmek için eski hattatlardan birinin yazısını taklit ederek hocasına sunmuş, hocası tarafından beğenilen yazıya “izinnâme” adı verilmiştir. Hoca izinnâmeye şöyle yazmıştır: “Bu latif kıtayı yazana (talebenin adı) yazılarının altına ketebesini koyması için icazet verdim. Allah ömrünü ve mârifetini çoğaltsın. Ben onun muallimiyim (hocanın adı), tarih.” İyi bir öğrenci üç beş yılda bu eğitimi tamamlamış ve hattat unvanına layık görülmüştür.
Hattat unvanını alanlara bir de merasim düzenlenmiştir. Merasimler camilerde, konaklarda veya Kağıthane gibi açık alanlarda yapılmıştır. Öğrencinin meşki “hat jüri”sine gösterilmiş, onlar da meşkin altına Arapça olarak tebriklerini yazmışlardır. İcazet alan kişiye orada bir mahlas (takma ad) verilmiş izinnâmenin içine not düşülmüştür. Hattatların aldıkları ikinci isimler genelde bu yolla onlara verilmiş isimlerdir. Örneğin; İsmâil Hakkı, Mustafa Râsim, Mustafa İzzet gibi hattatların ikinci isimleri onlara merasim sonucu verilmiş olan mahlaslardır.
İcazetlerini alan hattatların birçoğunda eserlerin sonuna -bir çeşit tevazu göstergesi olarak- imza atmadıkları görülmüştür. İmzasız eserlerin kime ait olduğu ancak hat uzmanları tarafından büyük bir hüner ve çaba sayesinde ortaya çıkmıştır. Necmeddin Okyay, Çarşambalı Ârif Bey, Bartınlı Rıdvan Efendi gibi isimler bu hünerlere sahip birkaç kişiden biridir. İmzasına yer veren hattatlar da mütevazı vasıfları benimseyerek hâkir, fâkir gibi sıfatlar kullanmıştır. Meşkin altına bir teşekkür olarak hocasının adını da ekleyerek günahları için af dilemişlerdir.
Son derece geleneksel bir yolla ilerleyen hat sanatında öğrenci hocasını hiç unutmamış, sanatta ondan daha ileri gitse bile hocasına hürmeti ve tevazuyu asla bırakmamıştır. Şayet kaba ve vefasız davranırsa sanatında ilerleyemeceğine inanmıştır.
Kübra Erbalıkçın, 1989 yılında İstanbul'da doğdu. 2013 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Mezun olduktan sonra çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptı. Atatürk Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümü okuyor.